10 Ekim 2012 Çarşamba

MARKSİST FELSEFENİN KAYNAKLARI



 " Felsefi araştırmanın ilk koşulu yürekli, özgür bir kafadır."( Marks 1818-1883 ) Bu kitap felsefe ile toplumsal düşünce arasındaki gelişimi, onun tarihteki yerini kaynaklarını bütünsel bir ele alışla ve maddeci bir dünya görüşü ile incelemektedir."
 Nietszsche'nin kitabıyla yaşadığım demoralize olma durumum sonucunda bu kitap ilaç gibi geldi. Benim gibi bu konularda az bir biligisi olan herkesin rahatlıkla kavrayacağı bir kitap. Felsefe kitapları konusunda şöyle bir karar aldım. Bu konularda yeterli bilgi sahibi olana kadar, bu kitapları kendi yazarlarından değil de onları yorumlayan günümüz felsefecilerden okumak en doğrusu. Şimdi size kitabın önemli yerlerinden vurgulamalar yaparak bir şekilde onu daha da sadeleştirerek özetleyeceğim.
  Felsefe ilk olarak Yunanlılar arasında ortaya çıktı. Eski insanlar bazı insanların çalışmaya, bazılarınınsa düşünmeye yargılı olduğuna inanıyorlardı. İlk Yunan düşünürler zengin ve soylu ailelerden geliyordu. Çünkü köleler işleri yaparken bu insanlar düşünmeye bolca vakit ayırabildiler. Felsefenin ortaya çıkışı ve gelişimi ancak bir bölüm insanın kan kusturucu köle emeğinin diğerlerine düşüncelere dalma fırsatı tanıdığı sınıflara bölünmüş bir toplumda mümkün oldu. Böylece günümüze kadar hala geçerli olan şu kural ortaya çıktı: Bilim, felsefe, sanat daima seçkin bir azınlığın tekelinde olacaktır.
  Felsefenin doğuşu her ne kadar bir sömürü üzerine olsa da aslında felsefe, egemen sınıfın temsilcilerine , aklın ve eleştirel düşüncenin kendilerine çevrili çok güçlü bir silah olabileceğini göstermişti. Bu yüzden onlara dil uzatan ünlü düşünür Sokrates bir çömlek baldıran içerek intihar etmek zorunda bırakılmıştır.
  İnsanlar zamanla nehir taşkınlarının yağan yağmurun ya da dolunun doğal nedenlerini belirlediler. Bunların mitolojik yorumlarına karşı düşünce ortaya çıktı.
  Felsefenin temel sorunu: Aklın mı, doğanın mı önce ortaya çıktığını ? Bilincin insan beyni dışında kendi başına var olup, olamayacağı. Doğanın ruhsal öz olmaksızın meydana gelip, gelemeyeceğidir. Bu da felsefecileri genel olarak ikiye ayırır. İdealistler ve materyalistler.
  İdealist derken yüksek amaçları olan kişiler akla gelir. Fakat bazı terimlerin yorumunda her zaman bir çelişki vardır.
  İdealizmi şimdilik bir kenara bırakıp materyalistlerden daha doğrusu onlara yapılan suçlamalardan bahsetmek istiyorum.
  İdealistler materyalistleri ruhsuz, erdem ve güzelliğe inanmayan yalnızca temel gereksinimleri doyurmayı düşünen kişiler olarak tanımlarlar. Onlara göre hırs, çıkar, aç gözlülük ve ayyaşlık materyalizmin özellikleridir. Oysa bu özellikler burjuva toplumuna aittir. Onların üst düzey görevlileri arasında yolsuzluk, ırkçılık, ve daha birçok yanlışlar yapanlara bolca örnek vardır.
  Aslında materyalizme olan tüm suçlamalar mekanik materyalizme yapılmıştır.   Mekanik materyalizm tutarsızdır. Çünkü dünyada meydana gelen tüm değişikliklerin, dünyanın kaynağıyla ilgili sorunları cevaplarken bunu manevi bir ilkeye dayandırır. Buna deizm denir. (Dünyanın temel nedeni olarak ilahi bir gücü görmek) Tabiki dünyada madde dışında hiçbir şey olmadığını savunmak, insan aklının araştırılmaya değmeyeceğini ileri sürmek de bir tutarsızlıktır. Tutarlı bir materyalist insan düşüncesinin, duygularının, iradesinin varlığının maddenin yasalarına bağlı zorunlu bir sonucu olarak açıklar.Mekanik materyalizm monist materyalizmden ( Tüm varlıkların dayandığı tek bir kaynağın olduğunu ileri süren öğreti) idealizme sapar.
  İdealizm yaşam için ne söylüyor acaba? İdealizme göre dünyaya ölüm, acılar ve yalnızlık egemendir. İnsan sevgi,mutluluk ve özgürlüğü haketmez. Dünyadaki varlığımızı dünyayı değiştirmeden katlanılabilir kılabiliriz. Başka bir dünyanın var olduğuna, görülmez bir dünyanın varlığına inanarak. Yakında sonsuza kadar orada kalmak üzere oraya gidilecektir.
  Bir materyalist için ise dünya çeşitliliği içinde bir bütündür. Zaman ve uzay içinde sonsuzdur. Ama materyalist yine de insanın dünyadaki yerini ve bilincinin nasıl olduğunu açıklamak zorundadır. Böyle bir dünya anlayışı ilahi bir güçten yardım alınmadan temellendirilmelidir. Canlı cansız doğanın, akıl ve duygularla donatılmış insanın tüm çeşitliliğinin temelinde yatan güçlerin maddenin ve doğanın dışında değil de içinde var olduğu gerçeğini kabul etmek gerekir.
  Elimden geldiğince kitabın aslına uygun olarak onu özetledim. Tamamını merak ediyorsanız onu okumanız gerekir çünkü hiçbir özet aslının yerini tutamaz. Yazıma Marks'ın ünlü sözüyle son veriyorum. "Düşünürler dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; sorun onu değiştirmektir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder