30 Haziran 2012 Cumartesi

SÜREKLİLİK VE KOPUŞ
  Meğer ne kadar yazmaya açmışım. Yazdıkça yazmak istiyorum. Ama ne yazık ki, bir hafta sonra  internetimden yani yazı yazma aşkımdan ayrılmak zorunda kalacağım. Haftada bir mutlaka bloğuma bir şekilde uğrayacağım.(Bloğumla duygusal bir ilişki kurdum ve ona bağlandım.) Yine de bana göre bu kadar iyi giderken, (VAMOS BİEN) kötü olan, tatilin ilk defa yanlış zamanda gelmesi oldu. İyi gidiyorum çünkü yazmaya bir şeyler buluyorum. Benim için en büyük sorun: "nasıl yazacağım?" değil, "ne yazacağımdı." Şimdi ise tam da bloğumun ismine yakışır bir şekilde süreklilikten sonra, kopuşu yaşayacağım. Umarım bu kopuş daha iyi işler için bir mola niteliğinde olur ve yeniden daha taze bir süreklilik yaşanır.Size bugün sevdiğim bir şarkıyla veda ediyorum.Buradan dinleyebilirsiniz.
  Veda etmeden önce kısaca başka bir şeyden bahsedeyim. Bugün benim yaşadığım ilçede, Sivas'taki Madımak otelinde yanan 37 can için bir anma programı yapılacak.Eskiden, yani çok değil, bundan bir yıl önce bu tarz bir eyleme katılanlar için "yaa, bunlar deli mi, ne işleri var bu insanların orda? "derdim. Fakat bugün eğer bu delilikse" ben de deliyim." diyorum.Çünkü orda olmazsam kendimi rahatsız hissedeceğim.Çünkü eğer gitmezsem, suya sabuna dokunmadan,rahat koltuğumda oturursam ,37 belki de daha fazla yeni canlar kaybedilecek. işte bu yüzden artık "BİR ŞEY YAPMALI" diyorum.

29 Haziran 2012 Cuma

ZAR ADAM
 Birkaç defadır yazıyorum ve yazdıklarımı siliyorum. Bu kadar ince eleyip sık dokumamın nedeni,okuyanların yazdıklarıma onay vermesini, yazdıklarımı beğenmesini istememdir .Ancak bu sefer de yazma hevesim kaçıyor.Keşke, ne yazma konusunda ne de yaşam konusunda kendimizi kasmamız gereken bir düzen olmasaydı. O ne düşünür, bu ne düşünür? İnsanlar ne der sonra? Bu ve benzer cümleler özgürlüğümüzü, yaratılıcılığımızı, kısacası bizi sınırlıyor.Yaptığımız tercihleri düşünüyorum da hepsinin altında  takdir görme arzusu yatıyor.Mesleğimizi, eşimizi, evimizi, kıyafetlerimizi bile seçerken hep başka insanların beğenisini kazanma hırsı var içimizde. Öyle bir dünyada yaşamak isterdim ki, hiç kimse kimseyi eleştirmesin, insanlar ön yargılı olmasın, dedikodu, çekiştirmeler yapılmasın (çok mu sıkıcı olurdu ya da bu hayaller çok mu ütopik?).Hayatımızı sürekli ailemize, komşumuza, dostlarımıza göre yaşıyoruz. Aslında kendi hayatımızı değil; toplumun ve ailemizin bize biçtiği rolleri sürdürüyoruz. Bu yüzden psikologlar, aile terapistleri ve psikiyatrist denen meslekler var. Şimdi nerden çıktı bu diyorsunuz? Geçenlerde bir kitap okudum."Zar Adam"...

"Gündelik hayatın monotonluğundan sıkılmış psikiyatrist Luke Rhinehart Manhattan'da eşi ve iki çocuğuyla yaşamaktadır. Hem Batı hem de Doğu felsefelerinin hayatın anlamı alternatiflerinden tatminsizlik yaşayarak basit zar atışlarıyla kendi dinini oluşturarak hayatını sonsuza kadar değiştirir.
Rhinehart ve hastaları kısa zaman içinde ebedi kurtuluşlarının tek yolunun her şeyi zarların kararına bırakmak olduğuna inanmaya başlarlar. Luke, seks, uyuşturucu ve terapi hakkındaki zar atışlarıyla yeni dinini muhafazakar davranış ve ahlak çöküntüsünün esprili bir birleşimine dönüştürür. O, bu düşünceyle kendi yaşantısını ve dünyayı değiştirmeyi amaçlamaktadır..
Amerikan psikoanalitik kültürünün fütursuz bir parodisi "


(Tırnak içindeki yerler alıntıdır,yalan söylemeyi hiç sevmem de belirteyim dedim.)

 Şimdi bir örnek vereyim: Luke, zar atmadan önce bir kağıda, zarın geleceği numaralara göre seçenekler verir. Her atışta bir seçeneğe kötü bir davranış yazar. (Tabiki bu düzendeki ahlak anlayışına göre) Örneğin, eşimi aldatacağım ya da evi terk edeceğim gibi. Bir keresinde cinayet işleyeceğim bile yazmıştı.Kural şu, zarı atar ve hangi seçenek gelirse gelsin onu, hayatı pahasına da olsa uygulayacaktır. Bunu yapma nedeni, içinde tek olan kişiliği (egosunu)  öldürmek ve bastırılmış olan kişiliklerin de yaşamasına izin vermek. Roman boyunca kendini öyle rezilce durumlara soktu ki inanamazsınız. Bu, kurgusal bir roman. Kendimizi toplumdan dışlayalım demiyorum;  fakat öyle bir toplum yaratalım ki, yaşamımızı, başkaları "ne der ? " diye geçirmeyelim. Dünyaya bir kere geliyoruz ve gerçekten de hayat çok kısa...Bu kısacık hayatı uzatamayız ama ona şekil vermeyi  kendimize bırakabiliriz. (Aslında bu yazıyı okuyanların çok beğeneceğini düşünmüyorum fakat ben beğendim. Bu yüzden bu sefer silmeyip,yayınlıyorum)

27 Haziran 2012 Çarşamba

HASRET
   Hasret benim içimde kanayan bir yara,
   Vicdan muhasebemdir...
   Size bugün Hasret'ten bahsedeceğim. Bu ismi ailesi acaba, onun bir şeylere hasret kalacağını bile bile mi vermişler? Bilinmez...
    Badem gözlü,esmer,şirin yüzlü bir kızdı o.Tek ama tek isteği okumak,öğretmen olmaktı Hasret'in.Ne büyük bir problemdi bu anlayamazsınız.Çünkü o,Urfa'nın bir köyünde ailesinin ilk kız çocuğu olarak doğmuştu.Bu, şu anlama geliyordu orda: Hasret kardeşlerine bakıcı,evin hizmetkarı ve büyük toprak sahiplerinin tarlalarında ırgattı.Pamuk zamanı 45 derece sıcakta yüzlerini,tüm uzuvlarını güneşten yanmamak için örtülerle sararak ellerini bir pamuğun dikenine, bir yumuşak beyaz yerine saplayarak pamuk toplayacaktı.Pamuk toplamak hayat gibiydi.Bir dikenli taraf çıkacaktı önüne bir yumuşak taraf...
   Ben o köyde 3yıl öğretmenlik yaptım.Şehirde kalıyordum,servisle gidiş geliş yapıyorduk yani çok rahattım aslında.İlk günümü hatırlıyorum da,Milli Eğitim Müdürlüğündeki memur: " Şurası yaaa Çamlıdere. Bağırsan sesin çarşıdan duyulur." diyordu. Bindik Viranşehir minibüsüne git, git, git ,bitmiyor.Bütün beton binalar kayboldu,sağda solda toprak evler var ve her yer sapsarı otlar...Ağaç mı?O da ne?Ancak televizyonda görürsünüz.
  Derse  girdim. İlk dersim de çok komikti.7-A sınıfındayım .(Hasret'in sınıfı) Sınıfta 5-6 öğrenci var "Nerde gerisi sınıfın "dedim."Pamuktalar hocam, (H harfini gırtlaktan çıkararak okuyun) 2 aya kadar gelmezler" dedi. Adı Kemal'di hala görüşüyoruz telefonla.15 dk anlattım yapacaklarımızı konuş konuş zaman geçmiyor.Esmer yüzler,siyah gözler bana bakıyor,inceliyorlar beni."Bugünlük bu kadar dedim, öğretmenler odasına gittim.Kimse yok.10dk sonra zil çaldı ve herkes geldi.Böylece dersten erken çıkılmayacağını öğrendim.
  Hasret 2 ay sonra geldi. Zaten okul kapanmadan 2 ay önce de gidecekti. Onun badem gözleri beni hemen göz hapsine almıştı.Her nöbette yanıma gelir,benimle gezer,bol bol sohbet ederdik.Dersleri gerçekten çok iyiydi,zekiydi.Kompozisyondan 30 puanı bir tek o alırdı.O sene öyle geçti Sonraki sene 8.sınıf oldular.Fakat Hasret'i bir korku sarmıştı "Hocam beni artık okutmayacaklar" diyordu."Nasıl olur Hasret sen çok başarılısın, okuturlar ben konuşurum babanla " dedim." Hocam ben kardeşlerime bakacağım öyle söylüyor annem"dedi. Hasret'in babasıyla konuştum bana olumlu cevaplar verdi fakat sonraki sene Hasret haklı çıktı.Onunla kardeşi vasıtasıyla mektuplaştık bir süre, ona kitaplar gönderdim. Her mektupta okuma aşkını anlatıyordu bana.Bir daha onu hiç göremedim.Köyü uzaktaydı taşımayla geliyorlardı Çamlıdere'ye.
  Hasret şimdi 22 yaşında belki çocuğu belki de çocukları vardır.Ve ben ne onun için ne de başka Hasretler için hiçbir şey yapamadım.
   Hasret benim içimde kanayan bir yara,
   Vicdan muhasebemdir...

26 Haziran 2012 Salı

ERKEKLER-KADINLAR:şimdilik durum 1-0
  Dün gece bir film izledim."Dilber'in Sekiz Günü"...Bu film, ortam,insanlar,konuşulan şive hiç de bana uzak gelmedi.Çünkü 7 yıl zaten Doğu'da çalışmıştım ve oradaki düzeni iyi biliyordum. Filmin başında Dilber doğulu bir ailenin şehirden çok uzak bir köyünde (elektrik denen muziceyle bile tanışmamış) doğan kızı olarak anlatılıyor. Dilber'in köyde sevdiği bir genç var fakat bu genç yılllar önce başka biriyle beşik kertmesi yapılmış ve Dilber'le değil de başkasıyla evlendiriliyor. (klasik tablo) Klasik olmayansa Dilber...  Hem kendi ailesine hem de gencin ailesine baş kaldırıyor, onlardan hesap soruyor. İşte bu nokta filmin gerçekliğinden uzaklaştırdı beni. Çünkü oradaki hiçbir kız bunu yapmaz yapamaz.Yaparsa onun için hiç iyi olmaz.
  Kadın olmak hayata 1-0 yenik başlamaktır bence. Doğar doğmaz mücadeleye başlıyorsun ilk problemin neden bir erkek bebek değilsin? Büyüdükçe yasaklar yasaklar..Sen kızsın düzgün otur,vakitlice git vakitlice gel. Erkek çocuklarına verilen uçsuz bucaksız güvenin gramı kızlara verilmiyor.Önce ailede baba baskısı, evlenirsin koca baskısı, başandın diyelim mahalle baskısı, çocuk doğurmak istemiyorsun devlet baskısı(kürtajı yasaklamak istiyorlar ya) Hep bir baskı, neden? Çünkü acizsin,güçsüzsün, çünkü erkekte bulunan organ sende yok, çünkü sen cinsel bir objesin, her an tecavüze uğrayabilirsin bu olursa ailen toplumdan dışlanır, çünkü acizsin korunmalısın.Evli bir erkek başka bir kadına giderse çapkındır kadın aynı şeyi yaparsa or..... derler.Kadın yüksek sesle gülerse adı hafif meşrep olur. Fingirdeğin , zillinin erkek versiyonunu bilen var mı? Bir kadınla bir erkek asla iyi dost olamazlar ateşle barut yan yana durmaz, kızı iyi eğitmelisin kızını dövmeyen dizini döver...Dilimiz bile kadınlara karşı baskı içeren deyimler ve atasözleriyle dolu...Batıl inanca bak: Sesli bir ortamda birden sessizlik olunca kız çocuğu doğdu derler neden sessizlikte doğuyor bu kız çocukları?Çünkü susmaya doğuyorlar.. Erkek egemen bir dünyadayız ve skor şimdilik 1-0...
.
Merhaba,bir şiirle başladım yazılarıma çünkü şiir okumak benim için vazgeçilmez bir sevdadır.Yazamıyorum,şair değilim ama iyi bir şiiri hemen tanırım. İyi şiir, samimidir.Kafanızı çok karıştırmaz, şair içtense, size yansıtabiliyorsa duygularını hemen hissedersiniz siz de mısraları okurken onu.Şiir ne düz yazıdır ne de bir şarkı. Tam da ikisinin ortasında bir yerdedir.Bazen müzik olur dinleyenlere, bazen umuttur umudunu yitirenlere ya da vuslattır ayrı düşmüşlere, sıladır gurbettekilere,bazen de ...uzar gider bu böyle.Bazen bir mısrada sil baştan yaşarsınız hayatı.(Bu hayatı sil baştan yaşama şansım olsaydı demek istemiyorum hiçbir zaman. Doğrusuyla yanlışıyla ne yaşamıssam yaşayayım ama asla pişman olmayayım) Yine bir şiirle sonlanıyor yazım.

        SANA DOĞRU
Her şey sana doğru, sana doğru
Sana doğru şu pencere,sana doğru şu rüzgarlar

Şu geceler sana doğru
Sana doğru şu acılar kahrolası acılar
Şu çığlıklar sana doğru
Sana doğru şu yaralar kuruyası şu yaralar
Kaçan uykular sana doğru

Sana doğru şu sallanan kara mendil
Katlanan şu yürek sana doğru

Her şey sana doğru
Bir bu ayaklar sana doğru değil
Bir bu ayaklar...(A.Kadir)
Yağmur dökülüyor sokaklara
Penceremden bakıyorum
Sabahleyin yağmur,
Senin gelişlerin gibi sevinç katıyor içime
Öylesine açılıyor ki yüreğim
Penceremi olanca rahatlığımla
Açıyorum sabaha
                  (Ü.Y.Oğuzcan)

Bu blog içimdeki yazma ihtiyacını disipline etmek için oluşturulmuştur. Umarım blog sayesinde uzun yıllardır üzerine set çektiğim yazma aşkım özgürleşecek. Umarım...