7 Nisan 2013 Pazar

 MARK’IN İLK YÜRÜYÜŞÜ
        Yıl 1880’lerin sonlarıydı. Mark Avusturalya’nın Melbourne kentinde bir inşaat işçisinin 8 çocuğundan biri olarak dünyaya gelmişti. Mark da babası gibi inşaatlarda çalışıyordu. Mark daha 18 yaşında olmasına rağmen güneşten yanmış yüzü ve bitkin vücudu onu yaşının kat kat üstünde gösteriyordu. Mark sarı saçlı, mavi gözlü, uzun ve zayıf bir gençti. Bu yorucu işte haftada 6 gün 12 saatten fazla çalışıyordu. Mark kardeşlerinin en büyüğüydü. Ailesinin geçimi onun ve babasının sırtındaydı. Kazandıkları para ise çok azdı. Kıt kanaat geçiniyorlardı. Yine de çalışmak zorundaydı. Bundan başka seçeneği yoktu. Aslında okuyabilseydi şimdi liseden mezun olacaktı. Okuma yazma öğrendikten sonra okulu bırakıp çalışmak zorunda kalmıştı. Ya çalışacaktı ya da açlıktan öleceklerdi. Mark, patronlarının yaşayışına baktığında ortada büyük bir haksızlık olduğunu görebiliyordu fakat ses çıkaramıyordu. Patronun gıcır gıcır ayakkabıları, temiz giysileri, güzel yemekler yemekten şişmiş bir de kocaman göbeği vardı. Mark’ın Albert aldı siyah saçlı orta boylu bir arkadaşı vardı. Albert, Mark gibi içine kapanık değildi. Açık sözlü, dürüst biriydi. Bir gün Mark’a “sendikaya üye olur musun?” diye sordu. Mark:”Ya işimi kaybedersem, biliyosun bütün kardeşlerim ben ve babamın kazandığı bu azıcık parayla geçiniyoruz.O da olmazsa ne yiyip ne içeriz.”dedi.Albert:” Babana bak, 40 yaşında olmasına rağmen ne kadar yaşlı ve hasta görünüyor, ayrıca gece çektiği ağrıları unutma. Sen işini kaybetmesen de sağlığını kaybedeceksin. Sendika çok güçleniyor, hepimizi işten çıkaramazlar, birlikte olursak güçlü oluruzç” dedi. Bu sözler Mark’ı ikna etti. Sendikaya üye oldu. Aradan birkaç ay geçmişti. Albert sevinç içinde Mark’ın evine geldi. Mark arkadaşına ikram edecek bir şeyler aradı bulamadı. Albert öyle neşeliydi ki bu durumun farkında bile değildi. Hemen anlatmaya başladı. ”Yarın iş bırakıyoruz, büyük bir yürüyüş yapacağız. Bundan sonra patronlar bizi köle gibi çalıştıramayacak, günde yalnızca 8 saat çalışmak için direteceğiz.” dedi. Mark’ı da birden bir heyecan sardı, ağzı diline dolandı sonunda: ”Bu, olabilir mi?” dedi. Albert: ”Neden olmasın, birlikte hareket edersek her şey mümkün.” dedi. Mark o gece hiç uyuyamadı Balık tutup, ailesiyle piknik yapacağı günleri hayal etti. Belki gece okuluna gider, liseyi bitirir, hep olmak istediği mühendisliği okuyabilirdi. Sabah yürüyüş başladı yüzlerce işçi oradaydı. Mark’ın elinde tuttuğu pankartta “işçilere özgürlük” yazıyordu.
     Aradan birkaç yıl geçti. Dünyanın birçok yerinde işçiler grev ve yürüyüşler düzenlediler. Bir bahar günü tarih 1 Mayıs’ı gösteriyordu. Yasal olarak işçiler 8 saatten fazla çalıştırılamayacaklardı. Mark evlenmişti ve bir de oğlu olmuştu. Eve erken geliyor ve çocuğuyla oyunlar oynuyordu. Babasının ona veremediği her şeyi o, çocuğuna vermek istiyordu.  Her şey mutluydu, harikaydı, güzel miydi? Değildi ama eskisinden daha umutluydu.
     Size bir tavsiyem her zaman hakkınızı savunun. Çünkü siz bunu yapmazsanız başkaları haksızlıkları savunabilir.
Not: 1 Mayıs konulu öykü yarışması için Serra Aktaş ve Sercan Karakoç'un ortak yazdıkları öyküdür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder