MARK’IN İLK YÜRÜYÜŞÜ
Yıl 1880’lerin sonlarıydı. Mark Avusturalya’nın
Melbourne kentinde bir inşaat işçisinin 8 çocuğundan biri olarak dünyaya
gelmişti. Mark da babası gibi inşaatlarda çalışıyordu. Mark daha 18 yaşında
olmasına rağmen güneşten yanmış yüzü ve bitkin vücudu onu yaşının kat kat
üstünde gösteriyordu. Mark sarı saçlı, mavi gözlü, uzun ve zayıf bir gençti. Bu
yorucu işte haftada 6 gün 12 saatten fazla çalışıyordu. Mark kardeşlerinin en
büyüğüydü. Ailesinin geçimi onun ve babasının sırtındaydı. Kazandıkları para
ise çok azdı. Kıt kanaat geçiniyorlardı. Yine de çalışmak zorundaydı. Bundan
başka seçeneği yoktu. Aslında okuyabilseydi şimdi liseden mezun olacaktı. Okuma
yazma öğrendikten sonra okulu bırakıp çalışmak zorunda kalmıştı. Ya çalışacaktı
ya da açlıktan öleceklerdi. Mark, patronlarının yaşayışına baktığında ortada
büyük bir haksızlık olduğunu görebiliyordu fakat ses çıkaramıyordu. Patronun
gıcır gıcır ayakkabıları, temiz giysileri, güzel yemekler yemekten şişmiş bir
de kocaman göbeği vardı. Mark’ın Albert aldı siyah saçlı orta boylu bir
arkadaşı vardı. Albert, Mark gibi içine kapanık değildi. Açık sözlü, dürüst
biriydi. Bir gün Mark’a “sendikaya üye olur musun?” diye sordu. Mark:”Ya işimi
kaybedersem, biliyosun bütün kardeşlerim ben ve babamın kazandığı bu azıcık
parayla geçiniyoruz.O da olmazsa ne yiyip ne içeriz.”dedi.Albert:” Babana bak, 40
yaşında olmasına rağmen ne kadar yaşlı ve hasta görünüyor, ayrıca gece çektiği
ağrıları unutma. Sen işini kaybetmesen de sağlığını kaybedeceksin. Sendika çok
güçleniyor, hepimizi işten çıkaramazlar, birlikte olursak güçlü oluruzç” dedi.
Bu sözler Mark’ı ikna etti. Sendikaya üye oldu. Aradan birkaç ay geçmişti.
Albert sevinç içinde Mark’ın evine geldi. Mark arkadaşına ikram edecek bir
şeyler aradı bulamadı. Albert öyle neşeliydi ki bu durumun farkında bile
değildi. Hemen anlatmaya başladı. ”Yarın iş bırakıyoruz, büyük bir yürüyüş
yapacağız. Bundan sonra patronlar bizi köle gibi çalıştıramayacak, günde
yalnızca 8 saat çalışmak için direteceğiz.” dedi. Mark’ı da birden bir heyecan
sardı, ağzı diline dolandı sonunda: ”Bu, olabilir mi?” dedi. Albert: ”Neden
olmasın, birlikte hareket edersek her şey mümkün.” dedi. Mark o gece hiç
uyuyamadı Balık tutup, ailesiyle piknik yapacağı günleri hayal etti. Belki gece
okuluna gider, liseyi bitirir, hep olmak istediği mühendisliği okuyabilirdi. Sabah
yürüyüş başladı yüzlerce işçi oradaydı. Mark’ın elinde tuttuğu pankartta
“işçilere özgürlük” yazıyordu.
Aradan birkaç yıl geçti. Dünyanın birçok
yerinde işçiler grev ve yürüyüşler düzenlediler. Bir bahar günü tarih 1 Mayıs’ı
gösteriyordu. Yasal olarak işçiler 8 saatten fazla çalıştırılamayacaklardı.
Mark evlenmişti ve bir de oğlu olmuştu. Eve erken geliyor ve çocuğuyla oyunlar
oynuyordu. Babasının ona veremediği her şeyi o, çocuğuna vermek istiyordu. Her şey mutluydu, harikaydı, güzel miydi? Değildi ama eskisinden daha umutluydu.
Size bir tavsiyem her zaman hakkınızı
savunun. Çünkü siz bunu yapmazsanız başkaları haksızlıkları savunabilir.
Not: 1 Mayıs konulu öykü yarışması için Serra Aktaş ve Sercan Karakoç'un ortak yazdıkları öyküdür.