18 Kasım 2012 Pazar

İKİ DİL BİR BAVUL


  "Benim yabancı dilim Türkçe'dir." Filmdeki en özel cümleyle başlamak istedim yazıma. Bu film beni ta uzaklara, Urfa'ya götürdü yeniden. Çok sıcak, şirin bir film. Sanki biri gizli bir kamerayı hayatın tam ortasına koymuş. İnsanların en doğal, yalın hallerini çekmiş. Filmin konusu şöyle: Denizlili Emre Öğretmen, doğudaki bir Kürt köyüne atanır. Henüz ilk öğretmenliğidir. Birleştirilmiş bir sınıfta, çoğunluğu Türkçe bilmeyen öğrencilere bu dili öğretmeye çalışır. Ancak onu oldukça zor bir süreç bekliyordur. Çünkü ne o, öğrencileri anlar; ne de öğrenciler onu.
  Tam da ana dilde eğitim tartışmalarının yaşandığı şu sıralar, bu film konuyu öyle basitçe anlatmış ki üstüne söylemeye tek bir sözcük bile gerekmiyor. Saçları yağlı, tırnakları kirli bu kara gözlü çocuklar, insana hep aynı soruyu sorduruyor. "Ne yapmalı?" Ne yapmalı da bu insanların yoksulluklarını, cehalete teslim edilmiş; insanlık düzeyinin çok alt sınırlarında olan hayatlarını değiştirebilmeli?
  Ana dilde eğitim konusuna geri dönersek eğer, insanların yalnızca empati yapmalarını istiyorum. Annenizden öğrendiğiniz dil, ülkenizdeki çoğunluğun dilinden farklı. Siz yabancı bir dilde okumayı yazmayı ve daha bir sürü şeyi öğrenmek zorundasınız. Bu, hayata dezavantajla başlamak değil midir? Nerede kaldı "Yasalar önünde insanlar eşittir." söylemleriniz? Sonuçta ikinci bir dili ne kadar iyi öğrenirsek öğrenelim, hiçbir dilde kendi ana dilimizde olduğu kadar rahat olamayız. Düşünebildiğimiz gibi konuşabilmenin tadı elbette başkadır.
  Bu yazımı Pamuk şiiriyle noktalıyorum. Urfa'daki öğrencilerimin okula geç gelip okuldan erken ayrılmalarına, zaten esmer olan tenlerinin iyice kararmasına neden olan pamuk... Onlardan en önemli, en güzel şeylerini yani çocukluklarını çalan pamuk...
                  PAMUK
 Gözyaşlarımızla sularız seni ey pamuk
 Bu eller açtırır, bu adımlar güzelleştirir seni.
 Elde kazma, elde kürek bütün işlerin bizim omuzlarımızda,
 Türküler çağırarak üretiriz seni.
 Altın babalarına varırsın sonunda.
 Pamuk! Bizim toprağın ürünüsün sen.
 Oysa biz çıplağız ve meteliksiz.
 Ne kadar yüksekmiş kıymetin bilememişiz.
 Cahil ve köylü olduğumuz içindir bu yoksulluğumuz.
 Yüzde bir kadarını da kazandık mı razı geliriz.
                                    Ciğerixwin (Ciğerhun)

12 Kasım 2012 Pazartesi



ÖLÜM CEZASI

 İnternette gezinirken bir sitede şöyle bir anketle karşılaştım: "İdam cezası uygulanmalı mı?" Hemen "hayır" cevabını işaretleyip sonuçlara baktım. Meğer yaşadığımız ülkenin dindar insanlarının % 83'ü bir başkasının ölümünü isteyen ve bu ölümün devlet eliyle gerçekleştirilmesine ses çıkarmayacak olan kişilermiş. Neyse ki % 17'lik gibi hala insani özelliklerini yitirmemiş olan bir kesim de yok değil. Bir insan ne yapmış olursa olsun asla ölümü hak etmez. Buna başka bir insanı öldürmüş olması da dahildir. Bu % 83'lük kesimin, şu son şehit haberleriyle duygusal davranıp da bu anketi cevapladıklarını düşünmek istiyorum. Aksi halde ülkede kana susamış, cani bir çoğunlukla yaşadığımı bilmek beni çok ürkütürdü. Hele de anket yapılan sitenin daha çok öğretmenler tarafından kullanıldığını düşününce ürkme halinden titreme haline bile geçebilirim.
 Şimdi soruyorum "idam cezası gelsin" diyenlere. Mükemmel bir adalet sistemi olan ülkemizde (!) Sizce kim idam edilecek? Cevabı ben vereyim: Tabii ki egemen güçlere boyun eğmeyen insanlar. Sırf onlar gibi düşünmüyorlar diye iftiraya uğrayan yıllarca hapis yatan insanlardan tümüyle başka nasıl kurtulunabilir ki. Daha birkaç on yıl önce Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ve daha onlarca devrimci gencin başına gelenler de uslandırmadı mı insanlarımızı? Neydi suçları bu gençlerin, kaç kişiyi öldürdüler  ? Yalnızca ülkelerini emperyalizmin karanlığından kurtarmak istiyorlardı. Aslında günlük siyaset hakkında yazmayı sevmiyorum ama konu insan hayatı olunca kendimi tutamadım. Ülkemde yaşanan bu tatsız günlük siyasetten nefret ediyorum. Fakat yine de umutluyum. Ne de olsa her şeyin bir sonu var. Onların ki de pek yakın olacağa benziyor.

   Delikanlım,
   İyi bak yıldızlara
   Onları belki bir daha göremezsin.
   Belki bir daha,
   Yıldızların ışığında kollarını
   Ufuklar gibi açıp geremezsin.

   Delikanlım,
   Sen ki ya bir köşe başında
   Kaşından kan sızarak gebereceksin.
   Ya da bir devrimci gibi
   Dar ağacında can vereceksin.
                         (Deniz Gezmiş)
 

6 Kasım 2012 Salı

ALIŞVERİŞ ÇILGINLIĞI

Yeni bir şey satın aldığında mutlu olmayan insan var mıdır? Bilemiyorum. Fakat ben bir şey alamadığında mutsuz olan, bunu bir alışkanlık hatta bağımlılık haline getiren insanlar tanıyorum. Sırf "indirime girmiş, kampanya varmış" masallarıyla bize ihtiyacımız olmayan ne ürünler aldırıyorlar saymakla bitmez. "Al, dursun bir yerde." Mantığıyla hareket eden birçok insan var. Parayı elbette harcamak için kazanıyoruz. Fakat alnımızın teriyle, emeğimizin karşılığını çoğu zaman karşılayamayan paramızı hiç kullanmayacağımız, giymeyeceğimiz, yemeyeceğimiz, ürünler için başkalarının avucuna saymak ne kadar doğrudur? Bu konuda düşünmek lazım. Başta da söylemiştim. Bazıları için alışveriş bir hastalık haline gelmiş. Hayatında yerini dolduramadığı şeyler için kendini mağazalarda bir şeyler satın alarak tatmin eden insanlar var. Ne kadar çok harcarsa harcasın asla doyuramadığı satın alma isteği olan yığınlar tam da bu sistemin yaratmak istediği insan tipidir. İnsanlar daha çok almalı, fabrikalar daha çok üretmeli, daha çok işçinin emeği gasp edilmeli ve patronlar daha çok zengin olmalıdır. Böylece kapitalist sistem, bizi boğmaya, yutmaya, krizler üretip satın alma gücümüzü düşürmeye ve bizi birbirimize yabancılaştırmaya devam edecektir.
  Dikkat ettiniz mi ayakkabı tamiri yapan dükkanlar ne kadar çok azaldı? Eskiden ayakkabımız yırtılınca tamirciye verir. Tamirattan sonra ayakkabımızın yeni bir yeri yırtılana kadar onu tekrar kullanırdık. Şimdi en ufak bir aşınmada doğru çöpe postalanıyor ayakkabılar. Yenisini almak varken kim uğraşır tamirciyle falan. Bunun gibi daha birçok örnek sayabiliriz. Gençlerdeki marka merakı, özenti, tüketim toplumu olma yolundaki en önemli örneklerdir. Bazen sokağa çıkıyorum. Bütün genç kızların ve delikanlıların, aynı saç tipini, aynı kıyafet tarzını, aynı konuşma şeklini benimsediğini görüyorum. Bunların hiçbirini diğerinden ayırt etmek mümkün olmuyor. Tek tip insan şekline doğru gidiyoruz. Okumayan, sorgulamayan, sürekli bir şeyler satın alan ama asla doymayan, amaçsız bir gençlik beni gelecek için oldukça endişelendiriyor. Gençleri suçlamak ve yargılamak işin kolay yanı tabii ki. Asıl sorun, onları bu şekle sokan bu kirli sistemle mücadele edebilmektir.