7 Temmuz 2012 Cumartesi

EY ÖZGÜRLÜK !

       ÇOCUKLUK
Aftan Dede'ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne adım var ne yaşım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbir şey sorulmasın benden
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim
Hiç bitmese horoz şekerim!

  Sevgili blok sakinleri, (bu yalnızca ben ve yazılarım da olsa hiç önemli değil ) 
  Teknik yetersizliklerden dolayı bir süreliğine buralarda olamayacağım. Geri döndüğümde yazı yazmayı daha mı çok  seveceğim, yoksa ondan nefret mi edeceğim? Bilemiyorum. Birinci seçeneğin gerçekleşmesini umut ediyorum. Çünkü sürekli bir değişim içerisindeyiz. Bir saniye önceki halimizle, bir saniye sonraki halimiz aynı değil. Öyle de olmalı.
 Geçmişe hep bir özlem var içimde. Bu yüzden çocukluğumun geçtiği yerlere gidiyorum.Hayatın en tatlı ve en kısa dönemi çocukluk yıllarımız bence. İstop oynadığım yerler şimdi başka çocuklara ait. Çiğnediğim Tipitip sakızlarının kağıtları çoktan yok olmuş.Ne mahallenin bakkalı yerinde ne de öksürükten boğulmama rağmen yemeği bırakmadığım leblebi tozum.Hatta içerisinden bal çıkardığımız hanımeli çiçekleri bile koparılmış. Artık o güzel kokusunu yayamıyor sokağa.Saklambaç oynarken saklandığım gizli yerlerimin yerinde büyük büyük binalar var. Bunlar böyle olmak zorunda elbette. Ama benim içimde bir yerlerde o çocuk yaşıyor ve geçmişteki güzel günleri çok özlüyor.
  Hani büyüğünce özgür olacaktık. "Daha küçüksün olmaz,büyüğünce yaparsın." Nerede kaldı bu sözlerin gerçekliği, büyükler hep mi yalancıdır? Büyüklerin yerini şimdi sorumluluklar aldı.Ödenmesi gereken faturalar, gidilmesi gereken yerler, yapılması gereken işler..."Özgürlük", onu belki bir rüyada ya da bir masalda belki dinlediğimiz bir şarkıda bulabiliyorsak şanslıyız derim. Hoşçakalın...

4 Temmuz 2012 Çarşamba

KAÇINCI SAYFADASIN?
   Bir şairimiz: "Bu dil ağzımda annemin sütüdür." demiş.Ne kadar doğru bir söz. Nasıl dünyaya gelir gelmez midemize giren ilk şey anne sütü ise duyduğumuz ilk kelimeler de ana dilimize ait kelimelerdir.
   Dil, yani konuşma aracımız, insanlarla iletişimimizi sağlar.Aşık olduğumuzda sevgi sözcükleri söylediğimiz, sinirlendiğimizde küfürler ettiğimiz, adeta dünyaya açılan bir penceremizdir. Bir de şu, içimizdeki ses vardır. Hani onunla yüksek sesle konuştuğumuzda (ben çok sık yaparım) toplum tarafından deli diye nitelendiriliriz. Kaç dil bilirsek bilelim içimizdeki ses de ana dilimizde konuşur. Çünkü ana dilde düşünürüz.
 Türkçe'miz son dönemlerde medyanın işgüzarlığı sayesinde mütemadiyen yabancı dillerin yağmasına uğruyor. Artık hangi sözcük Türkçe, hangisi değil ayırdına bile varamıyoruz. Gün geçmiyor ki dilimize yeni bir İngilizce kelime girmesin. Tam birinin anlamını öğreniyoruz, bakıyoruz yeni bir sözcük daha gelmiş konmuş ağzımızın içine yerleşivermiş.Bir de şöyle bir şey var. Bence o, asıl dilimizi yozlaştırıyor.Türkçe'de kullandığımız kelimelere yeni mecaz anlamlar yükleyip, ağdalı işveli bir ses tonuyla kullanmak. Örneğin: Yıkılıyooo, yakıyosun, şekil yapmışsın, ciks olmuş v.b. gibi.
   Sosyal medyada insanların birbirleriyle yazışmalarına bakarsanız eğer, Türkçe dışında bambaşka bir dilin kullanıldığını göreceksiniz. Buna bir de "İnternet Dili" diye bir isim bulmuşlar.Öyle çok imla hatalarıyla dolu kelimeler görüyorum ki bir dilci olarak midem bulanıyor.Hele bir de bunu eğitimli insanlar yapıyorsa hemen damgayı yapıştırıyorum "kültürsüz" diye. Noktalama işaretlerini zaten hiç aramıyorum. Bulamayacağım bir şeyi arama alışkanlığım yoktur. Ama size güzel bir alışkanlığımdan bahsetmem gerekirse eğer, o da kitap okumamdır.Çok klişe olacak belki fakat inanın biraz okuyan bir toplum olsaydık, ben şimdi bu yazıyı yazmayacak, kendime yeni bir konu arıyor olacaktım.Televizyonda kimin eli kimin cebinde tarzı diziler, evlendirme programları, paparazzi yapımları varken neden kitap okuyup aynı anda dilimizi, gözümüzü , beynimizi çalıştırıp yorulalım değil mi? Biraz okuyan ve sorgulayan bir toplum olsaydık eğer, belki gazetelerde koca dehşeti, töre cinayetleri hatta şehit haberleri bile daha az yer alacaktı.
   Ben şu an Georges Politzer'in Felsefenin Temel İlkeleri kitabının 32.sayfasındayım. Peki sen hangi kitabın, kaçıncı sayfasındasın?

1 Temmuz 2012 Pazar

ÇOK GEZEN Mİ BİLİR,ÇOK OKUYAN MI?
  Bu cümle Türkçe derslerinin klasik münazara konusudur.Öğretmen bu tarz, net cevabı olmayan bir konuyu iki farlı gruptaki, ağzı iyi laf yapan öğrencilere paylaştırır.Hangi taraf iyi savunursa konusunu, doğru cevap bu seferlik o grubun savunduğu cevaptır.
   İstanbul-Kocaeli yolculuğum sırasında "bu konuda bir yazı yazsam güzel olur." dedim kendi kendime.Tabiki söyleyeceklerim her yazımda olduğu gibi tamamen öznel düşüncelerden oluşacak.
  Çok okumak gerçekten değerlidir.Bakış açınızı genişletir,yorum gücünüzü arttırır ve kelime hazinenizi çoğaltır. Bu saydıklarım hiç azımsanacak konular değildir. Fakat bana sorarsanız "çok okuyan mı, çok gezen mi bilir?" sorusuna: " % 49 çok okuyan, % 51 çok gezen bilir." Cevabını verirdim sizlere. Afrika hakkında on tane kitap okudum diyelim, Avusturalya'da ise on gün kaldım. Hangisini daha iyi tanımışımdır?
   Şimdi asıl konuya geliyorum.Doğuya hiç gitmemiş, oranın havasını içine çekmemiş, oralı biriyle hiç konuşmamış, orada ne yenip ne içildiğini bilmeyen kişiler, nasıl oluyor da doğu hakkında yorum yapabiliyorlar.
   7 yıl orada yaşamış bir insan olarak, sadece gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki, söz konusu olan bölge yıllarca bilinçli olarak geri bırakılmış. Oradaki insanlar ağaların ellerine teslim edilmiştir. İstanbul 2012 yılını yaşıyorsa eğer, doğuda birçok ilde 1950'li yıllar yaşanıyor.(Abartıyorsun diyenler varsa, mesela kız kardeşim öyle diyor) doğuda hala birçok çocuk yalın ayak gezerken, buradaki çocuklar ise Convers'lerle geziyorlar.  Batının köyleri bile doğunun ilçelerinden daha iyi şartlarda . Eğer doğu-batı, yani Kürt-Türk sorununu halletmemiz gerekiyorsa önce aradaki bu zaman farkını bitirecek eşitlikçi bir düzen getirmeliyiz. Böylece ortada ne Kürt milliyetçiliği yapan partiler kalır ne de, bu partinin bayrağını görünce ondan öcü gibi kaçan insanlar.( Size önceki yazımda bir yürüyüşe katılacağımı söylemiştim.Oldukça apolitik olan bir arkadaşım BDP bayraklarını görünce bu tepkiyi verdi ) Hepimiz kardeşiz diyoruz. Kardeşimizden nefret  ediyoruz. Evet, hepimiz gerçekten kardeşiz. Aynı anne babadan  doğduk. Öyleyse eşit  miras hakkımız olmalı. Peki o zaman niye İzmir'de doğan Tuğçe, "baba bana bisiklet al diyorken, Van'da doğan Ayşe, "baba beni okula gönder"diyor?